“Öğrenilmiş çaresizlik,” ilk kez 1960’lı yıllarda Martin Seligman ve arkadaşları tarafından Pennsylvania Üniversitesi’nde, köpekler üzerinde yapılan deneylerde gözlenilen bir davranış neticesinde kullanılan bir kavram olmuştur. Geçmişteki tecrübelerinden dolayı değişimi gerçekleştirmenin zor ve neredeyse imkânsız olduğunu düşünen bireyler ve toplumlar, değişime karşı pasif bir direnç gösterebilmektedirler. Bu davranış öğrenilmiş çaresizlik olarak adlandırılmaktadır. Öğrenilmiş çaresizlik, psikolojik bir terim olarak da, bir canlının kaçınılmaz olan caydırıcı uyaranlara maruz kalması sonucunda daha sonra karşı karşıya kalınacak, ilave caydırıcı/tehlikeli uyaranlara karşı tepkisiz kaldığı genel bir durum olarak ifade edilebilir.
1967’de kediler, 1973’de balıklar ve fareler gibi canlılar üzerinde öğrenilmiş çaresizlik ile ilgili, deneyler yapılmış ve bu deneylerin çoğunda köpekler ve maymunlara benzer bir şekilde
çaresizliği öğrendikleri görülmüştür.
Ayrıca “Stanford,”
“Pavlov'un Köpeği,”
“Milgram,”
“Delgado,”
“MK-ULTRA,”
“Klasik Koşullanma-Korku,”
“Üçüncü Dalga,”
“Willowbrook Hepatit”
gibi birçok deneyleri de yapılmıştır.

Bu deneylerden, 1967 yılında G.R Stephenson’ın, maymunların korkuya karşı verdikleri tepkilere dayalı, öğrenilen davranışlar ve grup dinamiği hakkında yaptığı bir çalışmayı aktarayım.
Geniş bir kafesin ortasına bir merdiven ve tepesine iple bağlı muzları asarlar. Sonra bu kafese beş maymun koyarlar. Doğal olarak kafese giren maymunlar muzlara ulaşmak için merdivenlere çıkarlar. Merdivene çıkan maymunlara, kafesin dışından tazyikli soğuk su dökerek maymunların muza ulaşmaları engellenir. Tazyikli soğuk su yiyen maymunlar birçok denemeden sonra, muza ulaşmaktan vaz geçip muza ulaşmaktan vazgeçmeyi kabullenirler.
Bu kabullenmeden sonra maymunlardan birini dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyarlar. Yeni maymunun yaptığı ilk iş merdivene tırmanıp muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur. Ama tazyikli soğuk sudan etkilen dört eski maymun, yeni maymuna izin vermezler ve yeni maymunu muza ulaşmaktan vaz geçene kadar döverler. Böylece yeni maymunda muza ulaşmaktan vaz geçer.
Daha sonra tazyikli soğuk sudan etkilen maymunlardan bir tanesi daha yeni bir maymunla değiştirilir. Yine doğal olarak yeni maymun merdivene koşar ama tazyikli soğuk sudan etkilen eski üç maymun ve dayak yiyen maymunla birlikte, oda muza ulaşmaktan vaz geçene kadar dövülür.
Bu dövme sırasında gözlenen önemli noktalardan biri tazyikli soğuk sudan etkilenmeyen maymun, diğer maymunlardan daha istekli ve daha fazla dövmesidir.

Sonra tazyikli soğuk sudan etkilen maymunlardan bir tanesi daha yeni bir maymunla değiştirilir. Burada da durum aynıdır.
Yine en fazla dövmeye istekli olan tazyikli soğuk sudan etkilenmeyen iki maymundur.
Daha sonra Tazyikli soğuk sudan etkilen dördüncü maymun yenisi ile değiştirilir. Durumda değişiklik olmaz. Aynı şekilde yeni maymun da muza ulaşmaktan vaz geçene kadar dayak yer.
Sonra tazyikli soğuk sudan etkilen son maymunda değiştirilir. Artık kafeste tazyikli soğuk sudan etkilen maymun kalmamıştır. Ama kafesteki
tazyikli soğuk sudan etkilenmeyen dört maymun yeni maymunu muza ulaşmaktan vaz geçene kadar döverler.”
Ancak neyin yapılamayacağını şiddet görerek öğrenen maymunlar, kafeslerine yeni gelen maymunları niçin dövdüklerin nedenini bilmeden, kendisinden sonra gelenlere muza dokunulmayacağını zorla öğrettiler. Onlara göre muza ulaşmak isteyen maymun dövülmelidir. Böylece, kendi içlerinde bir
“yapmama-yaptırmama kültürü” oluşturmuşlardır.
Yani kafesteki maymunlar
“muza ulaşmamaya inanmış” olduklarından, muza ulaşmaya çalışmazlar.
Böylece, maymunlar
“birlik ve beraberlik halinde başarısız olmanın” iki kutsal şartını yerine getirdiklerinden, düşündüklerini birbirlerine yaptırmadılar ve yaptıkları üzerine düşünmediler.
Araştırmalarda maymunlarda sorgulama yeteneği olmadığı tespit edilmiştir.
Yoksa sorgulamadığımız da, bizler de mi maymunlar gibi davranıyoruz? İsterseniz yaşamımıza ve dünyaya ve çevrenize bakalım... “Muz” özgürlüğe benzetilebilir mi? Bir an benzetelim. Bizler özgürlüğe uzananlara, “bölücü, hain, terörist” diye işkence edenlerden olabilir miyiz? Yoksa “muza,” yani özgürlüğe uzananlardan mıyız?
Madem insanlar, canlılar içinde en gelişmiş beyine sahiptir, o zaman aklımızı kullanalım, maymunlar gibi sorgulamayan olmayalım, Çünkü değişime ayak uyduran, yeniliklere açık ya da içinde bulundukları şartları değiştirmek için çaba gösteren toplumlar da, bireylerin öğrenilmiş çaresizlik davranışını göstermesi çok zor olacaktır. Değişime kapalı ve içinde bulundukları durumu kabullenmiş toplumlarda yaşayan bireyler de ise öğrenilmiş çaresizlik davranışının görülmesi doğal olacaktır.
Bu arada, öğrenilmiş çaresizliğin nedenlerini sadece bireyin kendisinden kaynaklanan nedenlerle sınırlandırmamak da gerekmektedir. Öğrenilmiş çaresizlik bireyin kendisinden kaynaklanan faktörlerin yanı sıra, dış faktörlerden de kaynaklanmaktadır. Bireylerin daha önceki tecrübelerinde, istenilen sonucun ortaya çıkmaması ve davranışları ile istenilen sonucu elde edememesi, gelecekte istenilen sonuç elde edilecek olsa dahi herhangi bir çabasının ortaya çıkmasını engelleyecektir. Birçok canlı üzerinde yapılan deneyler ve araştırmalar, bu sonucu doğrulamıştır. Şöyle ki, daha önceden davranışlarıyla sonucu kontrol edememenin, başlangıçta pasifliğe, daha sonra ilerleyen aşamalarda kabullenme ile birlikte davranış-sonuç ilişkisi açısından bir çaresizlik meydana getirdiğini göstermiştir. Kontrol edemeyeceği sonuçlarla karşılaşma pek çok yetersizlikler ortaya çıkarmakta ve ilerleyen dönemlerde sonucun kontrolü mümkün olduğu koşullarda bile gereken davranışların gösterilmemesine yol açmaktadır.
“Psikoloji literatüründe öğrenilmiş çaresizlik olarak bilinen bu davranış, aslında zihinlerde yaratılan bir engeli açıklamaktadır.”
Sonuç olarak bireyleri ve toplumları öğrenilmiş çaresizlikten kurtarmak için, en başta değişimi destekleyen bir kültürünün yaratılması ve yaşatılması gerekir. Öğrenilmiş çaresizlikten kurtulmak için, en başta bireylerin değişime inancının varlığına işaret eden ve bunu güçlü bir biçimde destekleyen bir kültür oluşturmak gerekmektedir. Bir ülkede, bir toplumda ya da herhangi büyüklükteki bir organizasyonda öğrenilmiş çaresizlik sendromuna yakalanmamak için, öncelikle değişimi isteyen ve bunun için çabalayan bireylerin varlığından ziyade, değişime, direnç kültürüne izin veren bir değişim kültürünün varlığını inşa etmek gerekmektedir.
Yazımı çok şey anlatan aşağıdaki resimle bitireyim.

e-mail m.nesim.sevinc@gmail.com